Bugünü kurtarmaya yarını değiştirerek başlamak…
Teknolojinin ilerlemesi ve buna bağlı olarak iletişim araçlarının gelişmesiyle, gezegenin hemen her noktasından aynı anda haberimiz olabilecek “düzeye” geldiğimize göre, yaşadığımız küresel sorunları önceki nesillere göre çok daha kolay fark edebiliyor olmamız gerekir, değil mi? Peki gerçekte olan bu mu? Günün sonunda hepimizi ilgilendiren sorunlar karşısında ne kadar duyarlıyız? Bugün yaşadığımız küresel sorunların temeline inebilmek için her şeyden önce bireysel sorumluluklarımızın ne kadar farkındayız? Kabul edelim; bu bilince sahip olabilmek için öncelikle birey olabilme özgürlüğümüzü kaybetmememiz (bazı durumlarda bunu yeniden ve yeniden kazanmamız), ardından ise bu doğrultuda toplumsal ivmeyi hızlandırmamız (bazı durumlarda yeniden yaratmamız) gerekiyor. İşin özünde mesele; yaşadığımız gezegenin (ve hatta evrenin) ahvali karşısında kendimizi ne kadar sorumlu hissettiğimiz. Bu sorumluluk hâlini yaratmak için ise toplumsal bilinçlenme ve toplumsal farkındalığın esiriyiz. Evet, bireyin toplumu, toplumun da yeniden bireyi tetiklediği, büyük bir kazanım döngüsü bu. İnsanın doğuştan gelen, evrimsel özelliklerinden “ait olma” güdüsünü daha geniş çerçeveye yayarak, kendini sadece belli bir ailenin, zümrenin, bölgenin, ideolojinin, ülkenin vb. değil, tüm gezegenin, hatta tüm evrenin bir parçası olarak hissedebilmesi, işte bu bağlamda çok kritik. Zira bugün yaşadığımız çağ; sorunların (pek çoğunun) çoktan teşhis edildiği, artık bir an önce onarıma geçmemiz gereken bir çağ. Bu nedenle büyük onarım nesillerine ihtiyaç duyduğumuz, yeni bir gelecek, yeni bir hayat algısı, yeni bir sürdürebilirlik bilinci oluşturmamız, gezegenimizin yaşanırlığını devamlı kılmaya odaklanmamız gereken bir çağ. Bu onarım hâlini ortaya çıkarmak için ise kendini bütün insanlık ailesinin bir parçası olarak görebilen, açık fikirli, kapsayıcı, demokratik, çözüm odaklı ve kendini gelecek nesiller karşısında sorumlu hisseden zihinlere ihtiyacımız var. Peki bu “antroposen çağı”nda hangi sorunlar daha öncelikli? Onarıma nereden başlamak gerekiyor? Bu elbette cevabı kesin olmayan, dahası bizzat bilimin ve felsefenin sınırlarına dâhil olan, çok kapsamlı, çetrefil, izafi bir soru. Ve fakat artık sorunların öncelik sırasından ziyade, “bir yerden başlamaya” riayet edilen bir zeitgeist’ın içindeyiz. İşte tam olarak bu zeitgeist’ın içinde, bir süredir kafamı kurcalayan bir fikre kişisel bir bakış açısıyla alan açmak, bir reçete ihtimalinden bahsetmek istiyorum ben de.
Daha Kapsayıcı Bir Aidiyet Fikri
Bugün tüm insanlığı, tüm canlılığı, hatta gezegenimizin varlığını dahi tehdit eden sayısız tehlike, alarm seviyesine ulaşmış durumda. Dolayısıyla böylesine büyük bir “acil durum” çağında, kendini tüm insanlık adına sorumlu hissedecek bireylere her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bu bağlamda kozmopolitanizm, iyi bir başlangıç noktası olabilir.
Eski Yunancada “evren” ya da “dünya” anlamına gelen kosmos ile “yurttaş” anlamındaki polites kelimelerinden türetilmiş “kozmopolit” terimi, “dünya yurttaşlığı” veya “evren yurttaşlığı” anlamlarına geliyor.
Bireyin insanlık adı verilen büyük komüniteye aitliğini savunan, yerel nitelikteki bağlılığın yerini evrensel bağlılığın aldığı, temel düstur olarak evrensel düşüncelerin benimsendiği, ülke ya da vatan olarak tüm dünyanın görüldüğü kültürel bir tutum olan kozmopolitanizm; insanlığın birliğini ve çeşitliliğini aynı anda savunan, bu bağlamda farklılıkları hoş gören, tüm insanların aynı ahlak topluluğunun parçası olduğunu düşünen, bireysel kimliğin oluşumuna farklı kültürlerin kaynaklık ettiğini öne süren ve insanların birlikte yaşama eğilimini adeta “kutsayan”, dolayısıyla bugün yüzleştiğimiz pek çok sorunu ve / veya bu sorunlara karşı mesnetsiz yaklaşımları kökünden çözebilecek kudrete sahip bir “açı”.
Etik ve felsefi bir bakış açısı olarak kozmopolitanizm, nihayetinde “dünya toplumu”nu hedefleyen bir fikir. Fakat buradaki dünya toplumu fikrini, distopyaların “dünya diktatörlüğü” faşizminden ayrı tutmak gerekir. Kozmopolitlik, dünya ölçeğinde tek bir siyasal yönetimi savunmaktan ziyade; kamusal alanın, toplumsal ilişkilerin dünya ölçeğinde genişlemesini ve farklı yaşam biçimlerinin, farklı düzeylerdeki kimliklerin iç içe geçebilmesini destekleyen bir doktrin.
Antik çağlarda medeniyeti ve gelenekleri reddeden Yunan filozoflarından Diyojen’in “Ben bir dünya vatandaşıyım.” sözüyle tarihsel temelinin atıldığı düşünülen, Helenistik felsefede, özellikle de Stoacılıkta iyice gün yüzüne çıkarak bir kavram hâline geldiğine inanılan, yüz yıllar içinde felsefe ve sosyolojinin en “elektrikli” konu başlıklarından biri olmayı sürdüren, etki ve tefekkür seviyesini her yeni çağda giderek geliştiren kozmopolitanizm; temelde insanın özü, değeri, anlamı, yaşamı ve çevresiyle iletişimi ve / veya etkileşimi gibi başlıkları kapsayan geniş ve derin bir teamül. İlk başlarda yerel aidiyetleri (ve buna bağlı olarak yerel düşünceleri) tümüyle reddeden düşünürlerin fikirleriyle yükselişe geçmiş olsa da, kozmopolitanizm özellikle Rönesans ve Reform Hareketleri sonrasından günümüze kadar olan süreçte daha pozitif bir yöne, yerelliğin reddinden onu bir zenginlik olarak ele alıp bütün dünyanın ortak bir paydası görmeye evrilmiş bir düşünce. Bu bağlamda kozmopolitanizm; insanoğlunu iç içe daireler şeklinde sardığı tasavvur edilen ve insanın kendi benliği, ailesi, akrabaları, komşuları, hemşerileri, ülkesinin insanları ve nihayetinde bütün bunları çevreleyen insanlık ailesinden oluşan bağlılık çemberlerinin tamamen yıkılmasını değil, bu çemberler arasındaki geçişin daha akışkan kılınmasını savunan, yani en dıştaki insanlık ailesinin en içteki çember kadar yakınımız hissedilmesini sağlamayı amaçlayan bir karine.
İlk ortaya çıkışından bu yana kozmopolit fikirlerin yarattığı insanlık birliği anlayışının ve “devletler üstü birey” olma bilincinin, yönetimlerin keyfiliğine karşı bir güvence olarak savunulacak “doğal haklar” anlayışının temelini attığına inanılır. Böylelikle doğal hukukta var olan özgürlük ideali ve insanlık onuru gibi “hakların” zaman içinde tarihsel kırılmalar yaratan pek çok devrimci harekete, politik isyana güç verdiği, direnişlere ve sivil itaatsizliğe temel oluşturduğu düşünülür.
Modern kozmopolitanizm söz konusu olduğunda ise Desiderius Erasmus (1466-1536), Thomas More (1478-1535), Immanuel Kant (1724-1804) gibi düşünürleri atlamamak gerekir. Özellikle Fransız Devrimi sonrasında kurulan yeni dünya düzeninde bireyin özlük hakları ve devletlerin vatandaşlar karşısındaki sorumlulukları gibi temel meseleler yeniden tanımlanırken, bu isimlerin kozmopolit fikirlerinin belirli bir oranda yol gösterici ve toplumlar üzerinde aydınlatıcı etkisi olduğu görülür.
Bugün kozmopolitanizm; 1800’lerin ikinci yarısında güç kazanıp 1900’lerin başından itibaren neredeyse tüm dünyada geçerli tek yönetim biçimi hâline gelmiş olan “ulus devlet”ler furyasında, iki büyük dünya savaşından sonra bile yıkılmamış olan bu yeni milliyetçilik modelinde hâlâ tartışılmaya ve hem ekonomik hem sosyolojik alanlarda yeni ufuklar açmaya devam ediyor. Neden? Çünkü kapitalizm ve teknoloji arasındaki angajman, bugün insanlığı her zamankinden daha yakın, daha birbirine bağlı bir hâle getirdi. Bu durum, kozmopolitliğin daha geniş çerçevelerde ele alınabilmesini ve daha yüksek sesle savunulabilmesini mümkün kılıyor. Kozmopolit bir dünya umudu için bu elbette iyi bir haber. Ulus devletlerin çağı olan 20. Yüzyıl bile NATO, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, AİHM gibi “devletler üstü” yapılara ihtiyaç duyduysa, 21. Yüzyıl dünyasının çok daha bütünsel, çok daha birlik içeren, daha geniş bir aidiyete kucak açması mümkün görünüyor. Tabii hâlâ katedilmesi gereken çok yol var. Küresel çapta milliyetçilik kavramının güç kaybetmesi, ırkçılığın tamamen yok olacağı uluslararası bir eğitim düzeyine ulaşılabilmesi, laikliğin bütün dünyada güvence altına alınıp inanca bağlı yönetim fikrinden uzaklaşılması, tüm bunların temelinde ekonomik refahın dünyaya eşit yayılması ve piyasa ekonomisinden kaynak ekonomisi alternatifine geçişe hazırlanılması (Bu konuda Jacque Fresco’nun çalışmaları incelemeye değer.), başlıca meseleler olarak öne çıkıyor. Ayrıca günümüz kozmopolit düşünürlerinin hâlâ sıklıkla tartıştıkları ideal devlet yapısındaki bireysel yeterlilikler, bilgi ve verinin güvenirliği, kalkınma ve refah politikaları, çoğulculuk, yaşam hakkı, bedensel bütünlük, özgürlüklerin sınırları gibi pek çok başlığın da her daim yeniden tanımlanmaya ve yeniden ele alınmaya müsait olduğu gözlemleniyor. Hâl böyle olunca, bugünden yarına bir kozmopolit devrim yaşanmayacağı ortada. Ve fakat tarihin tekeri uzun vadede her zaman ileriye döndüğü için, doğan her yeni bebeğin sadece bir dünya vatandaşı olarak kimliklendirileceği, bu bilinçle yetiştirileceği, dünyanın tüm sorunlarına yerel bir sorun gibi yaklaşacağı algı seviyesine erişeceği bir geleceğe inanmamak da boşuna.
Kozmopolitanizm bize devletlerin yapay sınırlarını aşan müspet bir anlayış ve tüm halkları kucaklayan mütemayil bir barış vadediyor. Hepimizin ayrı ayrı birer değer olarak büyük insanlık familyasının eşit parçaları olduğunu söylüyor.
21. Yüzyıl düşünürlerinden Kwame Appiah, kozmopolit kuramı iki temel ilkeye dayandırıyor: bilginin yanılmaz olmadığına ilişkin yanılabilirlik doktrini ve çoğulculuk. Yanılabilirlik, yanılıyor olabileceğinizi ve bunun farkına varamayabileceğinizi kabullenmektir bir nevi. Çoğulculuk ise hayatın pek çok alanında karşılaşılan sorunlara birden çok doğru cevap bulunabileceğini kabul etmektir. Kozmopolitanizm bizi köhnemiş, dar kalıplardan çekip kurtarıyor ve daha özgür, daha ferah bir çözüm deryasına kulaç atmamızı sağlıyor.
Evet, bugünkü küresel manzarada sade birer vatandaş olarak suçsuz olduğumuz pek çok konu var. Evet, suçu işleyenlerin tespiti, cezaların takibi, yeni suç ve suçluların oluşmaması her devletin görevi. Ve fakat artık bu durum, onarım için yeterli değil. Onarım için hepimizin sorumluluk alması gerekiyor. Sorumluluk için bu dünyaya, dünyanın tamamına ait hissetmemiz gerekiyor. Dünyanın tüm ulusları, tüm etnisiteleri, tüm soyları, tüm yöreleri, tüm köyleri, tüm kasabaları, tüm şehirleri, tüm eyaletleri, tüm ülkeleri, tüm kıtaları… Kozmopolitanizm bize bu aitliği aşılıyor. Gelin yarını değiştirerek bugünü kurtaralım… İnsanlık onuru bizden bunu bekliyor.